01 Ekim 2016

Gençlik Hatıraları (1960-1970)


İbo’nun Ardından...

Eylül 1960’da, bir kısmı Ankara’dan gelen
bir grup arkadaş, Robert Kolej Hamlin Hall’de
kampusa bakan yatakhaneye yerleştik.

Andre, Kemal, İbo, Tahir, Engin, Bilim,
ben ve birkaç kişi daha!

Bir yıl sonra yukarıya odalara terfi ettik.
İbo da yan odaya yerleşti.

Bu binada yatılı hayatımızda yer eden
çok dostluklar kuruldu.
Bu arada, Hamlin Hall’i anlatmadan geçemeyeceğim. 100 yaşında, koca bir taş bina, ortası boş ve çepeçevre yüksek tavanlı odalar, odaların tavanları demir putreller arasında tuğladan kemerler, buharlı fıslayan kaloriferler, müthiş bir boğaz manzarası (Mehtaplı gecelere doyulmazdı!). Gece sükûnetinde gemilerin pervane darbeleri, hafifçe hissedilirdi. Alt katta, fişle servis veren koca bir kafeterya, berber, buharlı koca bir hamam ve kulüp odaları, oyun odaları, klasik müzik odası vs. vardı (eğlenceli binaydı). Yan binada harika bir kapalı spor sahası, kantin (Kazım’ın Yeri), ortada futbol sahası, yanda da açık spor sahalar!

Aslında İbo, yatılı olmanın yanı sıra, fiyakalı “beyaz Jaguar'ına” atlar, Erenköy’deki evine de epey sık giderdi, imrenirdik! Böyle bir ortamda dostluklar kuruldu, yıllarca da devam etti.

Bunun üstüne bir de İbo’nun sportmenliğini, insanlığını, dostluğunu, centilmenliğini, bilgisini koyun, okulun prensi gibi idi!

İşte, İbo ile böyle tanıştık, gezdik, dostluklar kurduk, 1964’de mezun olduk. Yıllar geçti, evlendik, çoluğa çocuğa karıştık. İbo, profesör oldu, işini kurdu, hatta bize de eğitim verdi. Ayrıca Durusu Park’ta dostluğumuz devam etti.

Hastalığı onu aramızdan alıncaya kadar da dostluğumuz devam etti.

Rahat uyu sevgili kardeşim!

Hamlin Hall 1965

Ali H. Üstay <austay at ustay.com>


Evvel Giden Ahbaba Selam Olsun Erenler, 1960

Robert Kolej Yüksek Okulları. Şimdiki Boğaziçi Üniversitesi yani… Öğrencilerin çoğu varlıklı ailelerin çocukları idi. İbo da onlardan biriydi. Üstelik yakışıklıydı. Hava atmazdı ama havalıydı. Kimselerde olmayan beyaz bir spor arabası vardı. Bağdat Caddesine çıktı mı, "işte geliyor" denirdi.

Bir de mütevazı gelirli ailelerin çocukları vardı. Bursla okurlardı. Bir kısmı da burslarının karşılığında okulun kafeteryasında çalışırlardı. Yaptıkları iş, önümüzden tepsileri toplamak, bulaşıkhaneye götürmek gibi ayak işleri idi. O devirde toplumumuz böyle şeylere pek alışkın değildi. İkimiz de öğrenciyiz, ben kral gibi yemeğimi yiyorum, sen garson önlüğü ile bulaşığımı alıp taşıyorsun önümden. Nasıl şey yani!..

Bir gün ne göreyim; İbo da garson önlüğü ile bursu öğrenciler arasında ve önümüzden bulaşık tepsilerini kaldırıyor. Bir insan, arkadaşlık hassasiyetini daha nasıl paylaşsın. İbo buydu işte. Kısacası dostlar, "iyi" diye sayabileceğiniz şeylerin çoğu İbo’da mevcuttu. Hatta bazıları fazlasıyla vardı. Çok çalışkan ve üretken bir bilim insanıydı. Etkili bir akademik yönetici idi. Eğitim dünyamıza dijital öğrenim zenginliği katmak için "Laz inadı" ile çırpındı. Şirket mi kurdun vakıf mı, mübarek, para kazanmana baksana; hayır, İbo'nun derdi para değildi. Yurtseverdi; her adımını ülkeye ve topluma etkisinin ne olacağını tartarak atardı. Bir de eşsiz bir eşi vardır; sevgili arkadaşım Füsun… Fedakar eş heykeli yapmak isteyen varsa kolay kolay daha iyi bir model bulamaz.
1958 RC Garson

Tahir Özgü <tahir at tovak.org>


Bombacı, 1960

İbrahim ile arkadaşlığımız 1960'da Robert Kolej Mühendislik Okulu'nda başladı. Mezun olduktan sonra da ve uzun zaman ayrı ülkelerde yaşamamıza rağmen arkadaşlığımız devam etti.

İbrahim'in Toronto'ya geldiği zamanlar veya ben Türkiye'de tatildeyken buluşur, bazen de telefonda sohbet ederdik: Okul günleri, yakın bulduğumuz okul arkadaşların durumları, dünyadaki teknik gelişmeler, eski ve yeni spor arabaları, üzerinde çalıştığımız ilginç projeler, 'modelling and simulation', MBA projesi... Hayret edilecek kadar pratik kafalı, bilgili, terbiyeli, görgülü ve efendi örneği bir arkadaştı. Çok özleyeceğim seni, İbrahim.

Engin Gür <enging at pcassistance.ca>


Jaguar, 1960

Talas’tan mezun olduktan sonra 1957’de Robert Kolej’e liseye geldim ve o zaman İbrahim’le tanıştık. 1960’ta liseyi bitirene kadar çok yakın ve son derece samimi arkadaş olduk. İbrahim’in çok sevdiği ve ilgilendiği bir şey yarış ve spor arabalarıydı. Elinde hep otomobil mecmuaları vardı. Lise son senede babası İbrahim’e bir Jaguar spor arabası almıştı. XK 150, beyaz ve içi kırmızı deri. Üstü açık. Zannedersem İstanbul’da tek bu vardı. Beraber sahil yolunda ne gezinirdik. Düşünün, genç, yakışıklı bir delikanlı böyle bir arabada geziniyor! Ne fiyaka!

Amerika’ya üniversiteye gittim. 1964’te döndüğümde hava alanında beni karşılayan İbrahim idi. Birkaç gün beraber olduk, konuştuk, yedik içtik. Ancak ondan sonra vapura binip Samsun’a annemin babamın yanına döndüm.

Amerika’da oturduğumdan çok sık görüşmek konuşmak yoktu. Fakat her ziyaretimde arkadaşlığımızı yeniliyorduk. Sanki hiç vakit geçmemiş. O da Amerika’ya geldiğinde bazen beraber olabiliyorduk. İbrahim bir ara Berkeley’de profesörlük yaparken ben California’ya idim ve onu buldum. Hatırladığıma göre Füsun’la yeni evliydiler. Büyük bir sakal bırakmıştı.

Erol Kirayoğlu <South Carolina>


Kaz uçar da Laz uçmaz mı? 1960

Sevgili İbrahim ile tanışmamız 1960’lı yılların başlarında Robert Kolej’de öğrenci iken ​oldu. İbrahim benden iki yaş büyük idi. Ara sıra Robert Kolej’in Büyük Gym’inde aletli jimnastiğe giderdik. Antrenörlüğümüzü Mr​. ​Nadolsky yapardı. Ne onun ne de benim jimnastiğe pek fazla kabiliyetimiz yoktu ama yine de giderdik; belki zaman geçsin diye, belki de işte öyle bir şeyler yapmış olmak için.

Benim İbrahim ile arkadaşlığım karşılıklı şakalaşmak şeklinde idi. Ben ona "Kaz uçar da Laz uçmaz mı?" diye takılırdım, o da bana “Burak köprüden geçerken aşağıdaki kurbağa Burak’ı görmüş, vrak vrak diye seslenmiş, Burak da bırak diyor sanıp elindeki şişeyi köprüden aşağı bırakmış.” derdi, gülerdik. Ortaokul öğrencileri gibi böyle anlamsız şeylerle ​şakalaşırdık.

Fakat işin ilginç yanı, bunları İbrahim Makine Mühendisliğinde ben de İnşaat Mühendisliğinde hoca olduktan sonra da yapmaya devam ettik. Mühendislik koridorlarında birbirimizi gördükçe hep gülümserdik.

Burak Erman <berman at ku.edu.tr>


İbrahim ve Arabalar, 1962

İbrahim’in spor otomobillere merakı vardı. Babası Ali Kemal Bey, oğluna 1962 yılında, henüz kolejdeyken Nemlizade Bey’in iki yıllık spor Jaguar arabasını alıp hediye etti. Bu O’nun rüyalarının otomobiliydi. O devirde trafik nispeten tenha olduğundan fırsat buldukça arabanın gazına basardı. Böyle bir anda İstinye’deki muhallebici Zeynel’in önündeki virajı almayarak refüjdeki kayaya çarpınca onu Ali Kemal Bey’le beraber Taksim’deki eski İlk Yardım Hastanesi’nde ziyarete gitmiştik. Kafasında bandaj, sırtında siyah çizgili hastane pijamasıyla mahcup bir halde yatıyordu. Beyin sarsıntısı ihtimali dolayısıyla doktor tavsiyesine uyarak iki gün orada yatmalık oldu. Bilahare özel doktor yarayı yeniden açtı, içindeki yabancı maddeleri topladıktan sonra yeniden dikip kapattı. Otomobili George adlı Rum asıllı bir tamirciye toplattık. Arabanın eski keyfi kalmamıştı. Aradan birkaç ay geçti, İbrahim bu sefer Levent Sanayi Sitesi önünde, yağışlı havanın etkisiyle arabayı zapt edememiş, elektrik direğini devirmiş ve açılan kapıdan yola fırlamış. Kaza esnasında yan koltukta oturan, ön dişleri kırılmış arkadaşıyla beraber hastanede yatarken adresini evvelden bildiğimiz İlk Yardım’a ziyaretlerine gittik. Bu kazada onu kurtaran üzerine giydiği ablasının kayak montu olmuştu. Oto hikayemiz henüz bitmedi: Robert Kolej’den aşağı yola inen yokuşta ön tekerlek fırlayınca araba hurda fiyatına satıldı. Daha da bitmedi: Londra Üniversitesi’nde iken İbrahim’e yepyeni bir E tip Jaguar alındı ama bu araba da bir ay sonra Londra’da oturduğu evin sokağından çalındı ve bir daha bulunamadı. Şansızlığa bakın ki otomobil sigortalı değildi. Çöpten sakınılan göze odun girer derler. İbrahim de bir daha Jaguarların yanından bile geçmez oldu.


Erkan Mermercioğlu <erkanmermercioglu at gmail>


İbrahim’le Seyahat, 1963

İbrahim ve ablasıyla arabayla çıktığımız bir Avrupa seyahatinde İbrahim'in spor Fiat otomobiliyle Bulgaristan sınırını geçerken gümrükçüler arama bahanesiyle otomobilin her yerini sökmeye başladılar. Öyle bir durum ki sökülen arabayı tekrar birleştirecek adam yok. "Vaz geçtik, geri dönelim” desek de faydası olmuyor, adam söker sökmez o parçayı yerine takmaya çalışıyorsak da elimizde artan vidalar oluyordu. Herhalde bu kadar eziyet yeter diye düşünüp bir müddet sonra bizi bırakmışlardı. Aynı günün öğlen saatlerinde oturduğumuz restoranda Türkçe bilenlerle sohbet ederken restorana yakın yere Mercedes bir araba geldi, İbrahim kendini tutamadı ve Bulgar ahbaplara “Komünizm diyorsunuz ama sizde de Mercedes’i olanlar var.” deyince karşımızdaki Bulgar, ileriki yıllarda eşitliğin sağlanacağını şu sözlerle anlattı: "Bir gün gelecek, değil Mercedes hiç kimsenin otomobili olmayacak.”

Erkan Mermercioğlu <erkanmermercioglu at gmail>


İbrahim Kardeşim İçin, 1963

İbrahim ender yetişen insanlardandı. Aslında kendini çok iyi yetiştirdiği için krediyi ona vermeli. İbrahim Robert Kolej'in lisesinden mühendisliğe geldiği için, mühendisliğin ilk iki senesinde onu uzaktan da olsa tanıdık. Etkin, ayrıcalıklı bir aileden geldiği için olmalı, ilk iki sene onun arabaları kendi kişiliğinden daha çok konuşuldu kampüste aramızda. Hatta bazı şakalarda "İbrahim boş zamanlarında araba kazası yapar" diye takılırdık. İbrahim Osmanlı İmparatorluğu'nun büyüklüğünün bir çocuğu olmuş bir anlamda. Anladığım kadar, babası imparatorluğun bir ucu Rize'den, annesi de diğer ucu Arnavutluk'tan İstanbul Üniversitesine gelmişler ve aile kurmuşlar sonunda. İbrahim'in yakışıklığı ve pırıltılı zekası belki bu buluşmanın ürünü.

İbrahim'i daha çok makine üç ve dörtte tanıdım. Makine 4 zaten 13, 14 öğrencili bir sınıftı, hem eğlendik hem de öğrendik. İbrahim sonraları bana bir kere "Çok iyi hocalarımız yoktu ama, bize kendi kendimize öğrenmeyi ve problem çözmeyi öğrettiler." dedi. Hakikaten dürüst kişiliği, toleranslı dünya görüşü ve keskin zekası bu son sınıflarda aşikardı. Sınıfta İbrahim ve Vasil güler yüzleri ve esprileri ile neşe getirirlerdi.

İbrahim İngiltere'de doktora yaptıktan sonra Robert Kolej'in son senelerinde Türkiye'ye gelmiş, orada çalışıyordu; ben de o sıralarda askerliğimi yapıyordum Ankara'da ve Orta Doğu'da (ODTÜ) çalışıyordum. Bir izinli günde Robert Kolej'i ziyaret ettim, resmi elbisemle. İbrahim beni çok dostça karşıladı. Kennedy Lodge'da ilk kere yemek yedik beraber ve bana Boğaziçi Üniversitesi'nin kurulacağını ve burada çalışma imkanının olabileceğini anlattı. Terhisimi takip eden günlerde Boğaziçi Üniversitesi'nde çalışmaya başladım. O sırada İbrahim dekandı diye anımsıyorum. O sene İbrahim'le yakın çalıştık. İbrahim herkesin istediği çelik masalar yerine Robert Kolej'den kalma tahta masaları tercih etti ve keyif aldı bu tarihi masaları kullanmaktan. Fakülteye bir rüzgar tüneli kazandırmak için İbrahim'in tasarladığı fanı kullandık. Tünelin zor geometrisini punta kaynakla, bir hafta sonu, Topkapı'da bir sanayi ünitesinde, beraber yaptığımızı anımsıyorum. Tünel üç öğrencinin de tez çalışması ile tamamlandı. İbrahim'le beraber ilk Boğaziçi TÜBİTAK projesi olarak bu tünele çok bileşenli bir kuvvet bloğu yaptık. İbrahim o sene sonu, Stanford Üniversitesi'ne doçentlik tezini yazmak için gitti. Çok başarılı bir çalışma yaptı. Ben onu Stanford'da, ertesi yaz ziyaret ettim. İyi vakit geçirdim. İbrahim beni de doçentlik tezi için çalışmaya ve bu iş için burs bakmaya teşvik etti. Ben de ertesi sene bu yönde Washington Üniversitesi'ne gittim ve iyi bir çalışma oldu. İbrahim'in bu desteğine minnettarım. Epey zaman sonra, İbrahim Berkeley'de araştırma yapmak için geldiğinde, Vancouver Kanada'dan arabayla gelip onu ve eşini San Francisco Havaalanı'ndan alıp, Berkeley'e götürdüğümü anımsıyorum.

Ben Amerika'da çalışırken İbrahim beni bir konferansı sırasında ziyaret etti ve bizde kaldı. İbrahim'e çok inandığım için ona yeni doğmuş kızıma godfather olmasını rica ettim. O da kabul etti. Bu ziyaretinde bize çok güzel salatalar yaptı özenerek. Annesinin hala "bir baltaya sap olmadığından" şikayet veya sitemle konuştuğundan söz etti. Annesi İbrahim'in bir memur, akademisyen olmasını pek sevmemiş. Bir iş kurmasını beklediğini hissettirmiş anlaşılan. Sonradan İbrahim'in eğitim şirketleri kurmasında belki bu yönlendirmeyi düşünebiliriz.

İbrahim çok geniş düşünebilen bir yapıya sahipti. Sanki on sene sonra gelecekleri görebilen. Eğitimde kurduğu internet tabanlı eğitimi de böyle görebiliriz. Eğitim ünitesini Kanada'da pazarlamak ve partner bulmak için Vancouver'a geldi. Çok memnun oldum, beraber iyi vakit geçirdik. Eğitimin hangi yönde geliştiğini çok iyi araştırmış ve çalışan, başarılı bir eğitim sistemi kurduğunu anladım. Annesinin istediği gibi bir baltaya sap olduğunu hissettim.

İbrahim beklenmedik bir şekilde hastalandı. Bazı umutları yerine getirilemedi. Gelecek kuşakların İbrahim'in eğitim alanındaki vizyonlarının doğruluğunu göreceklerinden eminim. İbrahim'i bir insan ve bir dost olarak tanımak benim için bir ayrıcalıktı. Lider konumunda çalışmalar yapmak ona çok yaraşıyordu. Hürmet ve sevgi ile anıyorum.

Sander Çalışal <sander.calisal at gmail>


Makine '64

Kavrak'ı çok tanıyamadık.
Seneler sonra, İstanbul'a geldiğimizde, bir defa telefonla görüştük,
bir saat sonra Tünel'de buluşup yemek yedik. O kadar.
Güzel adam olduğunu orada hissettim.
Ama onun hakkında yazı yazacak kadar tanımadım.

Therefore, It is better to rest in silence.

Machine Design dersinde Makine '64 sınıfı: Güler yüzlü Ibrahim'i hemen tanırsınız

George Kaminaris <gfkam at hotmail>


Havai, 1969

Robert Kolej Makina Mühendisliği son sınıf öğrencisiyiz. Yurt dışı başvuruları yapıyoruz. İbrahim de o sıralar "çok" genç bir öğretim üyesi. Bir arkadaşla birlikte o zamanki tabiri ile biraz işletelim demiştik. Kapısının açık olduğu bir sırada girdik ofisine ve ben, "Hocam, ben Hawaii University'ye başvurmak istiyorum. Ne dersiniz?" dedim. "Çok havai olur." dedi. Kös kös çıkmıştık ofisten.

Gündüz Ulusoy <gunduz at sabanciuniv.edu>


Dayım İbrahim Kavrakoğlu, 1969

Açıkçası herkesin kendi dayısıyla ilişkisi nasıldır çok bilmiyorum ama dayısı İbrahim Kavrakoğlu olan bir kişinin diğerlerine göre epey daha şanslı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. O hem çok ilgili, eğlenceli ve sevgi dolu bir dayı olmasının yanı sıra, ailedeki tüm gençlerin üzerinde sonsuz etkileri olan bir insandı.

Küçüklüğümde hafta sonlarında sık sık anneanne ve dedemde kalırdım. Zaman zaman dayımın sürpriz yapıp beklendiği tarihten 1 veya 2 gün önce İngiltere’den İstanbul’a geldiğini ve evin bir şenlik yerine döndüğünü hatırlıyorum. Dayım inanılmaz hoş sohbeti, olayları herkesten epey farklı -ve çoğu zaman da komik- bir bakış açısıyla yorumlaması ve her seferinde heyecanla anlatacak eğlenceli olaylar yaşaması nedeniyle birlikte vakit geçirmeyi en sevdiğim kişilerden biriydi. İnanılmaz zeki, enerjik, sabırlı ve sevecendi. Beni son derece ciddiye alır, büyük insan yerine koyar ve saatlerce ilgilenirdi. Hatta kimi zaman çocuk gibi koşturduğunu ve benimle anneannemlerin salonundaki büyük masanın etrafında yakalamaca oynadığını hatırlıyorum. Bir gün yine heyecanlı bir oyunun sonunda kendisine dönüp “Sen beni böyle koşturuyorsun ama sonra benim başım ağrıyor.” demişim ve sevgili araştırmacı dayım bu yaştaki bir çocuğun bile sözünü son derece ciddiye alıp birkaç yerden araştırmış ve küçük çocukların çok hareketli oyunlar sonrası gerçekten de başlarının ağrıyabileceğini öğrenip kendisini kötü hissetmişti.

Dayım benim ilk ve en değerli öğretmenimdi. Ben daha çok küçükken “bu kız çok meraklı” diye düşünüp bana okuma yazmayı öğretmiş, bunu sonraki yıllarda özellikle fen konularında başım sıkıştıkça başvurduğum dersleri izlemişti. Öyle ki Boğaziçi Üniversitesi’nde Mühendislik okurken o bana çok zor gelen kavram ve konular, kitaba bile bakmayıp o karmaşık formülleri aklından kağıda geçiren ve son derece anlaşılabilir ve basit haliyle kısa bir sürede anlatabilen dayım sayesinde kabus olmaktan çıkıyordu.



İbrahim Kavrakoğlu benim tüm eğitim hayatımı ve sonrasında da kariyerimi etkileyen kişiydi. Ortaokul birinci sınıftayken o yıllarda daha çok az kişinin bildiği Endüstri Mühendisliği ile beni ilk defa o tanıştırdı; sonradan inanılmaz yararını göreceğim master ve doktoraya teşvik etti; üniversite başvurularım ve bitirme tezlerimde çok değerli yönlendirmeler yaptı; hatta uzun yıllar çalışacağım danışmanlık işine ilk olarak o başlattı. Bugün geriye baktığımda bana son derece uygun bir konuda aldığım eğitimi, severek gerçekleştirdiğim ve çok şey öğrendiğim çalışma hayatımı ve hali hazırda büyük bir keyifle yaptığım hocalığımı her anlamıyla ona borçluyum.

Bütün bunları dikkate aldığımda da ben aslında çok şanslı bir kişiydim diye düşünüyorum. Çünkü sevgili dayım İbrahim Kavrakoğlu benim hem çok yakın bir akrabam, hem hocam, hem de uzun yıllar patronum oldu.

Melike Mermercioğlu <mmermercioglu at ku.edu.tr>